15 Mayıs 2012 Salı

Kıbrıs Komplosu Kitabının Türkçe Baskısına Önsöz



Kıbrıs sorunu uzun yıllardan beridir gerek ada halklarının yaşamlarını gerekse de bölge ülkelerini meşgul ediyor. Birleşmiş Milletler’den Avrupa Birliği’ne, NATO’dan artık geçmişe ait bir anı haline gelen Varşova Paktı’na hatta Bağlantısızlar Hareketi’ne kadar bir çok uluslararası güç odağının çeşitli zamanlarda, çeşitli biçimlerde müdahil olduğu bu sorun, en çok Kıbrıs’ta konuşulmasına rağmen gene en az Kıbrıs halkları tarafından bilinmektedir.
Kıbrıs halkları, sorunun ayrıntılarına ilişkin o kadar çok detay ile uğraşmaktadır ve her biri kendi çıkarını maksimize etmeye uğraşan o kadar çok öznenin basıncı altındadır ki; hem resmin bütününü göremez hem de sorunun kendi açısından ne ifade ettiğini çözümleyemez duruma getirilmiştir. Kıbrıs halkları içinde sorunu Türkiye Cumhuriyeti’nin, Yunanistan’ın, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, AB’nin, (geçmişte) SSCB’nin vs. çıkarları temelinde anlayan, çözmeye çalışan kesimler her zaman oldu, bugün hala var ve muhtemelen gelecekte de olacak.

Oysa Kıbrıs sorununun aslında  ne olduğu, Kıbrıs’ta sorun olanın ne olduğu veya Kıbrıs’ta neyin sorun olduğu konusu dahi içteki ve dıştaki her özne açısından farklı içeriklere sahiptir. Üstelik her öznenin kendi sorun tanımı da sabit değildir, tarihsel dönemlere göre ve çeşitli siyasal, ekonomik, stratejik nedenlerle değişmektedir. Örneğin Kıbrıslı Elenler açısından Kıbrıs sorunu uzun bir süre Yunanistan’a bağlanma (enosis) hakkının tanınmaması sorunu idi. Oysa hala böyle bir hedefi olan çok küçük bir Elen milliyetçisi kesim olsa da Kıbrıslı Elen halkı için şimdi sorun tanımı, Türkiye’nin adadaki askeri varlığı ve nüfus taşınması (Türk işgali) şeklinde değişmiştir. Kıbrıslı Türkler, Yunanistan, Türkiye, ABD, Birleşik Krallık vb. tüm diğer öznelerin Kıbrıs’a ilişin sorunlarının muhtevası tıpkı yukardaki örnekte olduğu gibi tarihsel olarak değişebilmekte ve her öznenin sorunu da birbirinden farklı olmaktadır. Buradan çıkan sonuç çok nettir: Aslında ortada tek bir Kıbrıs sorunu yoktur. Ada üzerinde çıkarı olan her öznenin başka bir sorunu vardır ve her özne kendi sorununu çözmeye çalışmaktadır.
Kendi dışındaki öznelerin sorun tanımını benimseyen, kendi dışındaki öznelerin çabalarından kendi için bir çözüm uman, kendi dışındaki öznelerin sorundaki rolünü abartan kesimlerin, zaman içerisinde sorunları büyümektedir. Kıbrıslı Türkler uzun bir süre kendi inisyatiflerini Türkiye Cumhuriyeti’ne devrederek çözüm ummuşlardır. Şimdi de birçok Kıbrıslı Türk, TC yerine AB’den veya BM’den çözüm ummaktadır. Oysa TC’nin çözebileceği sadece kendi Kıbrıs sorunuyken, AB veya BM için de farklı bir durum söz konusu değildir. Ve TC’nin, AB’nin veya BM’nin sorununu çözen her çözüm, Kıbrıslı Türklerin sorununu büyütecektir. Aynısının sorunda çıkarı olan tüm diğer özneler için de geçerli olduğunu söylemeye gerek yok.
Bu hatanın tam tersi gibi görünen ancak aynı içeriğe sahip bir diğer hata ise herhangi bir öznenin kendi dışındaki diğer özneleri tamamen görmezden gelerek hareket etmesidir. Bu hata da bir dönem Kıbrıslı Elenler tarafından yapılmış, Soğuk Savaş atmosferinden kaynaklı nispi serbestlik nedeniyle sorunu sadece kendi çıkarları doğrultusunda çözebileceğini düşünen Kıbrıslı Elen liderliğin hüsranıyla sonuçlanmıştır. Oysa Kıbrıs sorunu ne sadece içeride yaşanan olayların ne de dışarıdan kaynaklı müdahalelerin bir sonucudur. Bu yüzden de ne içeriyi ne de dışarıyı görmezden gelebiliriz.
Brendan O’Malley ve Ian Craig’ın kitabı “Kıbrıs Komplosu”, Kıbrıs’ın ABD için nasıl bir sorun haline geldiğini, ABD’nin bu sorunu çözmek için nasıl yöntemler denediğini ve gelişen olaylardan faydalanarak diğer özneleri kendi geçici nitelikli çözümüne doğru nasıl yönlendirdiğini anlatıyor. Kitabın etkileyici yönü, ABD’nin en önemli müttefiki Birleşik Krallık’ın ve hatta bazı kendi dış politika uzmanlarının dahi bilgi ve iradeleri dışında “ABD çözümü”ne doğru nasıl yönlendirildiklerini ustalıkla aktarmasıdır. 15 Temmuz faşist Yunan Darbesi ile 20 Temmuz Türk işgali arasındaki ilişkinin doğrusal değil dolaylı olduğu ama tesadüfi de olmadığı okurlar tarafından net bir şekilde görülebilecektir. Perde gerisinden olayları yöneten Henry Kissinger’in aslında çok daha önceden hazırlanmış bir planı farklı araçlarla uygulayan usta bir pratisyen olarak algılanması gerekiyor. Kitapta Henry Kissinger’in ABD içinde hangi kesimlerin temsilcisi olarak hareket ettiği veya Birleşik Krallık içerisinde ittifak halinde olduğu bir kesim olup olmadığı noktaları boşlukta bırakılmıştır. Bunun yanında Kıbrıs içerisinde yaşanan gelişmeler, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elenlerin silahlı çatışmaları dışında pek de kitabın kapsamına alınmamıştır. Kitap, eksiksiz bir Kıbrıs tarihi olarak değil, bütünün parçalarından birisi olarak belki de 1974 temmuz ayını anlamak bakımından en önemli parça olarak algılanmalıdır.
Kitabın bir diğer önemli yanı, aslında bizim Kıbrıs’ta çok iyi bildiğimiz ama nedense hep bilmezden geldiğimiz adanın stratejik önemi ile ilgili anlatımların çarpıcılığıdır. Yakın geçmişte, geçtiğimiz yılın şubat ayında, Kıbrıs’ta TC Elçiliği’nin bir sömürge yönetimi gibi davranmasına tepki gösteren Kıbrıslı Türkler bu gerçeği TC Başbakanı’nın ağzından duymuşlardı. “Ankara Elini Yakamızdan Çek” pankartına TC Başbakanı’nın verdiği cevap şuydu: “Bizden beslenenler bize çek git demektedir. Sen kimsin be adam! Benim orada şehidim var, gazim var, stratejik çıkarlarım var. Yunanistan niye oradaysa ben de o yüzden oradayım.” Bu sözler aslında Kıbrıs’ın tarih boyunca sömürgeleştirilmesinin en özlü gerekçesini çok yalın bir şekilde anlatmaktadır. II. Selim’in şaraplarını beğendiği ve Katolik Venedik tarafından ezilen Ortodoks nüfusa acıdığı için Kıbrıs’ı aldığı veya 1974’te soydaşlarını kurtarmak için TC’nin tüm dünyayı karşısına alarak Kıbrıs’a yardıma koştuğu gibi romantik tarih yorumları ile mutlu olmak isteyenler açısından üzücü sözlerdi bunlar. Belki Anadolu halkları açısından Kıbrıslı Türklerin yardımına koşmak isteği 20 Temmuz 1974’ün nedeni olabilir ancak TC Devleti açısından Kıbrıs hiçbir zaman stratejik önemi ile kıyaslanabilecek herhangi başka bir öneme sahip olmamıştır. Ne geçmişte, ne de şimdi...
TC için geçerli olan, ABD için, Birleşik Krallık için, Yunanistan için, AB için, BM için de geçerlidir. Hatta bir bakıma Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler için de geçerlidir. Ada Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Elenler için de stratejik bir öneme sahiptir, çünkü onların vatanıdır. Kıbrıs halkları, yaşamak ve varolmak için bu adaya ihtiyaç duymaktadırlar. Bundan daha yaşamsal bir stratejik çıkar söz konusu olabilir mi? Nükleer başlıklı füzeler, adlarını saymakta zorlandığımız yüzlerce çeşit kitle imha silahı, uçaklar, tanklar, dinleme istasyonları, üsler, fırlatma rampaları ve askeri techizat ile Yunanistan’ın, Türkiye’nin, Birleşik Krallık’ın, NATO’nun batmayan uçak gemisi haline getirilen bu adada Kıbrıs halkları açısından barış içinde bir yaşam hala mümkün mü? Emperyalizmin stratejik sömürgesi, emperyalist güçlerin kolektif idaresi altındaki Kıbrıs’ta bağımsızlık olası mı?
Bu soruların yanıtları bu kitapta bulamayacaksınız. Yanıtı Kıbrıs halklarının ortak çıkarlarının dış güçler karşısında kendi adalarını sahiplenmeleri gerektiğini anlamaları oranında yükseltecekleri ortak mücadele verecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder